Uyandırma Servisi

Yurttan ve dünyadan haberler, yazılar...

Çarşamba, Nisan 20, 2005

Rıfat Şahiner - "Gelibolu" neden başarısız?

Hollywood tadinda jenerigiyle internette dolasan ecnebi filmlerinden asina oldugumuz tok sesli seslendiricinin anons ettigi sekilde gumbur gumbur "GALLIPOLI!" filminin ne menem bir sey oldugunu merak ediyorduk. Acikcasi bana turizm bakanliginin hazirladigi reklam filmlerini animsatmisti ilk izledigimde. Cok yakin tarihimizde onemli bir yeri olan, tarihi ayrintilarinin cok azinin halkimiz tarafindan bilindigi bu savasin yabancilara ulke tanitimi adina anlatilma girisimi. Daha kendi tarihimizi dogru durust bilmezken 2 kamera efekti, 3 tane patlayan bomba ile Anzak askerlerinin yazdigi mektuplardan kendimizi elaleme anlatma cabasi. Daha fazla bir sey demiyeyim. Asagidaki yazi durumu guzel ozetlemis.

-M

Film "Gallipoli" diye başlıyordu ve İngilizce akan jenerikten filmin gidişatına ve psikolojisine dair kimi ipuçları beliriyordu. Ancak bu, tuhaf, yabansı ve ayrıksı bir yüze bakınır gibi uzak ve mesafeli bir anlatımdı. İçine girilemeyen, duygudaş olmayan, irkiltmeyen bir konumlanış... Yorumcular da yabancılardan seçilince, sanki bir yabancı kanalda, bilmediğimiz bir ülkeye ait bilgiler veriliyor gibi öylece bakınıyorsunuz. Sanki tüm bu yabansı kurgu, sonradan Türkçeleştirilerek vizyona sürülmüştü. Türk'ün Türk'e propagandası hiç değildi ama sanki bir Avustralyalının ya da İngiliz'in gözüyle bakmamız isteniyordu bu tarihsel belgeye ta ilk başta. Türkiye'de bir Türk yönetmen tarafından çekilen bir belgeselin, başlığı da dahil jeneriklerinin Türkçe olarak kotarılması ve vizyona öylece sürülmesi çok mu güçtü? Film, iki ayrı dilde çekildiyse eğer, jenerikte kendi dilini kullanmaktan mı çekinmişti Tolga Örnek, yoksa İngilizce daha mı afili duruyordu?

devamı ilk yorumda ya da aslına
radikal2'de git...

1 yorumlar:

At 4/20/2005 3:59 ÖS, Anonymous Adsız der ki...

Film "Gallipoli" diye başlıyordu ve İngilizce akan jenerikten filmin gidişatına ve psikolojisine dair kimi ipuçları beliriyordu. Ancak bu, tuhaf, yabansı ve ayrıksı bir yüze bakınır gibi uzak ve mesafeli bir anlatımdı. İçine girilemeyen, duygudaş olmayan, irkiltmeyen bir konumlanış... Yorumcular da yabancılardan seçilince, sanki bir yabancı kanalda, bilmediğimiz bir ülkeye ait bilgiler veriliyor gibi öylece bakınıyorsunuz. Sanki tüm bu yabansı kurgu, sonradan Türkçeleştirilerek vizyona sürülmüştü. Türk'ün Türk'e propagandası hiç değildi ama sanki bir Avustralyalının ya da İngiliz'in gözüyle bakmamız isteniyordu bu tarihsel belgeye ta ilk başta. Türkiye'de bir Türk yönetmen tarafından çekilen bir belgeselin, başlığı da dahil jeneriklerinin Türkçe olarak kotarılması ve vizyona öylece sürülmesi çok mu güçtü? Film, iki ayrı dilde çekildiyse eğer, jenerikte kendi dilini kullanmaktan mı çekinmişti Tolga Örnek, yoksa İngilizce daha mı afili duruyordu?
Gerekçeleri bir bir sıraladı çıktığı kanallarda: "Salt insani bir bakış açısıyla, savaşanların yazdıklarından hareketle ele aldım bu belgeseli, bir tarihçi gibi davranmaktan çok..." diyordu. Ya da "Savaşanlar konuşsun istedim ve Anzaklara çoklukla yer vermemin sebebi Türk ordusunda okuma yazma bilenlerin azlığından, gerek mektup, gerekse anı olarak fazla bir belgeye ulaşamamaktan..." diye ekliyordu. Başta Mustafa Kemal olmak üzere savaşın ta merkezinde yer almış önemli bir şahsiyetin yazdıklarına da mı ulaşamamıştı acaba diye düşünmeden edemiyorsunuz doğrusu? Üstelik savaşın seyrini değiştiren bu büyük komutanın, bir asker olarak oradaki psikolojiyi alabildiğine görünür kılan güçlü satırları nedense görmezden gelinmişti. Bu film baştan sona, bir ihraç ürünü gibi tasarlanıp, şık bir şekilde paketlenerek ilgililerine sunulan eksikli bir çalışma olarak izleniyor. Ancak yazık ki bu ilgililerin arasında Türk insanının olduğunu söylemek güç. Sadece savaşta taraf olarak yer alıyorlar ve tam da Anzakların tabiriyle "Coni Türk" olarak ikincil bir duruma itiliyorlar. Bir Türk yönetmenin trajik bir olayı belgelerken, kendi ulusu adına konumlandığı nokta, bakışını yönelttiği perspektif düşündürücü görünüyor. Bu çalışma, Kültür Bakanlığı'nın ülkemizi tanıtmak adına çektiği, şirinselleştirilmiş bir tanıtım filmi değil ki hem, Çanakkale Savaşları'nın insani yönünü irdelediğini ileri süren bir belgesel. Oysa bir belgeselin sahiciliği, salt iki tarafın eşit sayıdaki askerinin karaladıklarına yer vererek anlaşılamaz elbet. Kimin konuştuğunun ve ne söylediğinin de büyük önemi yok mu?

İnsani yönden ne anlıyoruz?
Koca Mustafa Kemal'in savaşa nasıl dahil olduğunu sadece harita üzerinde bir okçukla göstererek, Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar bölgesindeki savaşın kırılma anlarını es geçen Tolga Örnek, dünya savaş tarihinde komutanı da dahil koca bir alayın (57. Alay) yok olduğu tek örnek olan bu inanılmaz savaşı algılayamamış mıydı? Yabancı tarihçileri konuştururken, Çanakkale gerçeğine değinecek yerli bilim insanı mı bulamamıştı? Gönüllü olarak cepheye koşan ve çoğu ne savaşmayı ne de araziyi bilmediği için kısa sürede telef olan bu ülkenin aydın gençlerini neden telaffuz etmedi dersiniz anlatıcı? Bu savaş ülkemizin entelektüel gücünün ciddi ölçüde eridiği ve uzun süre kendimize gelemememizin en başlıca sebebi değil miydi?
Her yönüyle destansı bir savaşın, seyrini belirleyen önemli kırılma noktaları, komutanların tutumları neredeyse hiç ele alınmadan tarihi bir olayın aktarılmaya çalışılması handiyse biraz tuhaf duruyordu. Öyle ki, bir Anzak askerinin ifadesiyle anıldığı üzere; çıkarma yapılan kıyılarda yeterli Türk askerinin olmaması ve Anzakların en ufak bir direniş görmeksizin ilerlemelerinin, başta Liman Von Sanders olmak üzere Türk tarafını komuta eden Alman subayların cepheleri geri bölgelere çekmesinden kaynaklandığını ve bu yanlış strateji sonucunda Türk tarafının kaybının katlanarak artığını söyleyemeyen bir belgesel, hangi işlevi yerine getirecekti?
Almanlar, burada savaşın mümkün olduğu kadar uzaması için böylesi bir savaş planına başvurmuşlardı. Çünkü eğer düşman askeri kıyıda etkisiz hale getirilirse, bu çıkarmadan sonuç alınamayacak ve dolayısıyla müttefikler bu kez Almanya üzerine daha güçlü bir biçimde yürüyebileceklerdi. Kaç kişinin öleceğinin fazla önemi yoktu. Buradaki ölü sayıları sadece istatistiki bir veri olarak kabul edilmeliydi. Aslolan savaş planları ve amaçlara ulaşmaktı. Yanlış taarruzlardan dolayı karanlıkta birbirini kıran Türk birlikleri, araziyi bilmediği için Anzak Koyu'ndaki yarlardan aşağı uçan ve müttefik devletlerin başkomutanı Ian Hamilton'un "Uçan Türkler" diye betimlediği askerimizin içinde bulunduğu duruma dikkat çekilemez miydi?
Ya uzunca bir zamana yayılan geri çekilme stratejisi? Dünya Savaş Tarihi'nde hiçbir kayıp vermeden gerçekleştirilen geri çekilme planı, Batı'da Askeri akademilerde eşsiz bir örnek olarak okutulurken, Tolga Örnek bu detayı pek önemsememişe benziyordu yine...

Aceleye mi geldi?
18 Mart Deniz Zaferi'ne yetiştirilmek için alelacele ele alınmış, önemli birçok ayrıntının gözden kaçırıldığı "Gallipoli"(!) filmi, Türk Tarihi'nin böylesi önemli bir olayını ele alırken bile gerek sinemasal etki, gerekse belgesel bir çalışmanın incelikleri açısından nelerin ıskalandığını gösteren bir belge niteliğindeydi adeta. Yapılan harcamaların hakkını teslim edemeyen "Gallipoli", oluşturulan siper düzeneklerinde patlatılan bomba efektleri ve uçuşan Anzak şapkalarıyla fazlaca tesirli olamayan, ucuz bir duygulanım peşinde koşmuş gibi görünüyor. Üzücü olan, daha önce Hititler gibi bir belgeselle gündeme gelen Örnek'in, ne denli şişirilse ve kimi köşe kadılarınca baştacı edilse de Uğur Vardan'ın dediği gibi; Mel Gibson'ın "Gallipoli" filminin (kaldı ki bu film, doğrudan savaşı anlatan bir film değildi) duygusal etkisine yaklaşamıyor. İnsani titreşim yaratmak adına, Anzaklara Anzakların anlatılmasını nasıl değerlendirmeli bilemedim ancak o toplumların bir Türk'ün böylesi iyimser bir lütfuna ihtiyaçları var mıydı gerçekten? Her sene katlanarak artan ziyaretçileriyle, kilometrelerce öteden bu topraklara gelip, sabaha karşı atalarını yad eden Anzakların böylesi bir yaklaşıma sevineceklerini tahmin etmek güç değil!.. İyi de neredeyse bu konuda tarih derslerindeki gelişigüzel bilgisinin ötesinde hiçbir fikri olmayan Türk insanına bu savaşı kim anlatacak? Anzaklar mı? Her yıl 18 Mart'ta öylesine geçiştirilen tarihsel bir olgunun, Türk insanına güçlü bir dille anlatılmasının gereği ortadayken, böylesi bir emeğin heba edilmesinden söz ediyorum. Çünkü ulusal belleğimizdeki erozyonun ve bu genel hafızasızlık halinin giderilmesi adına Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Misak-ı Milli'nin mayasını çalan bu vatan savunmasına ilişkin gerçekliğin Türk insanınca kavranması gerekiyor.
Böylesine bir acelecilikle gelişigüzel ve tek yanlı bir çalışma yerine, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere ve Fransa gibi savaşta yer alan ülkelerin de desteklediği dev bir prodüksiyonla bu savaşın barındırdığı tüm askeri ve insani gerçeklikler ele alınabilir. Çok sayıda figürün yer alabileceği böylesi bir prodüksiyon, savaşın rezilliğini alabildiğine gözler önüne sererken, askeri stratejilerden, masabaşı oyunlarına, ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide; kahramanlık, gurur, vatanseverlik, acı, merhamet ve centilmenlik gibi insana özgü duyguların toplumsal belleğimize işleneceği bir etkide ele alınabilir diye düşünüyorum. Üstelik bu yaklaşım neredeyse bir asra yaklaşan savaşın bu tarihi dönümüne hazır edilebilir. Umalım da bu konu hak ettiği biçimde ve gerçekten tüm yönleriyle özümsenerek ele alınabilsin bir başka sefere.

RIFAT ŞAHİNER: YTÜ, öğretim üyesi

 

Yorum Gönder

<< Home