Uyandırma Servisi

Yurttan ve dünyadan haberler, yazılar...

Cuma, Nisan 15, 2005

Nihat Genç - Karışmak

Yazımın ana fikri, dünyalılara en çok karışan ve karışmaya devam eden Türkler'in şehir kültürü üzerinedir.

Dünya güzeli halkımızın bizi nerde ne zaman gülmekten kıracağını bilemeyiz. Artvinliler'in gecesine katıldım. Spiker açılış konuşmasını yapıyor, izleyin:

'Sevgili Artvinliler gecemize hoş geldiniz. Önce İstiklal Marşı ve bir dakikalık saygı duruşu. Kurtuluş savaşımızın kahramanı ve cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve iki gün önce trafik kazasında ölen arkadaşımız Fahrettin Topbaş için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum...'

devamı ilk yorumda ya da aslına
akşam'da git...

1 yorumlar:

At 4/15/2005 2:00 ÖÖ, Anonymous Adsız der ki...

Saygı duruşunda inceden kıkırdayıp durdum, yanımda Artvinli arkadaş durumu fark etti ve bana kendini savundu: 'Gerçi arkadaşı ben de tanımam. Ben Atatürk için kalkayım, dedim'.

SKY TV'de haftalık konuşmalar yapıyorum ve bazen sinirli çıkışlarım oluyor. Karadenizli bir arkadaş: 'Niye sinirleniysin ben anlayrim. Sinirleniysin ki aklına bir fikir gelsin. Karadenizliler sinirlenmeden bir fikir bulamaz! Ben de senin gibiyim, ne zaman sinirlenirim Allah bir kapı açar hiç olmadık güzel laflar bulurum!'

Geçelim. İran mizahında en çok gülünen komik tip Farsçayı yarım yamalak acemice kullanan Tebrizli (Azeri-Türk) tipi. Tebrizli, Farsça'yı yanlış kullanarak İranlılar'ı gülmekten kırar. Bu komik tip asırlardır İranlılar'ı eğlendirir durur.

Tuhaftır, Arap mizahında yine en çok gülünen komik tip bir Türk. Bu sefer Arapça'yı yarım yamalak konuşmaya çalışan bir Türk'ün kitabi Arapçası Arap dünyasını eğlendirir. Araplar Türk'ün Arapça konuşma çabasını çok beğenmiş olmalı ki hala bu tipten fıkralar anlatırlar.

Bir tuhaflık daha anlatalım, Türkler'in İngilizce öğrenme çabası. İşte 'Internet Mahir' namında bir Türk genci saçma sapan İngilizcesiyle nerdeyse Amerikan gençliğinin komik kahramanı oluverdi.

İşte böyleydi, Arapçayı Farsçayı, İngilizceyi öğrenirken ıkınma sıkınmamız yoktur, rahatız, birkaç günde bir dili söker, şakır şakır konuşuruz. Utanma çekinmemiz kompleksimiz yoktur. Bir şeyi kavramadan korkusuzca atılırız.

Başka dilleri öğrenme çabamız başka kültürleri eğlendirmeye başlıyorsa bu güzel şeyler oluyor demektir. Bizim, şirin, çocuksu, naif tarafımızı gösterir. İçtenlikle dünyalılara başka kültürlere karışma arzumuzu gösterir.

Bakın. Dillerden/şive ve taklitlerden bir tiyatro olabilir mi? Osmanlı'da ve merkez İstanbul'da yüzyıllların en hakim eğlencesi Ortaoyunu'ydu. Bu oyunda, Yahudi, Çerkes, Laz, Arnavut, çelebi, Kastamonulu, efe, Tatar, Kürt, Arap, Azeri, vs. onlarca çeşit dil, şive, asla dalga geçilmeden, rencide edilmeden, eğlence unsuru oldu.

Biz başkalarına karışmak istiyorduk, başkaları bize karışmak istiyordu ve dükkanlarımızın, çarşılarımızın orta yerinde tiyatro kurup günboyu işte bu dillerin taklitlerine eğleniyorduk.

İlginçtir, dünya oyunları içinde yalnız ortaoyunda, oyuncular, şehirli, köylü, zengin, çapkın, asil, bencil, cimri gibi sosyal özelilkleriyle değil, dil ve kültürel giyim özellikleriyle karakterleşiyordu.

Dünyada varolmuş hiçbir tiyatro, oyun, festival, eğlence türü, Ortaoyunu kadar çok çeşit dil, şive taklitleri üzerine kurulu değil. Ortaoyunu bir kavimler geçidi. Milletler, halklar şenliği idi. Yüz çeşit kültür aynı sahnede birbirini anlamaya çalışıyor ve birbirine gülüp eğleniyordu.

Türkler, sırasıyla Çin'de, Hindistan'da, İran'da ve Ortadoğu'da büyük imparatorluklar kurdu. Bu devletlerin her biri üçyüz/beşyüz yıl yaşadı. Bugün Çin'deki Türkler nerede? Hint'tekiler nerede? Mısır'dakiler nerede? Hepsi karıştı. Bizim dilimizle pek eğlendiler ama artık yüzyıllar var ki oralardaki Türkler kendi dillerini çoktan unuttu, Çinlileşti, Araplaştı, Slavlaştı, yani Türkler dünyalılara karıştı.

Dünyada Türkler kadar başka kültürlere karışan millet, kültür yoktur. İşte Avrupalılar tam dörtyüzyıl Afrika'nın onlarca ülkesinde asırlarca kaldılar, geriye döndüklerinde tek bir zenciyle evlenmemiş, tek bir Afrikalı'yla karışmamışlardı.

Türkler herkesle, her şekilde beraber olmuş, Semerkant, İsfahan, Şam, Kahire, Bağdat, Bursa, İstanbul, Trabzon, Diyarbakır, Halep gibi şehirlerin de bin çeşit kültürle karışmasını kolaylaştırmıştır.

Şu soruyu soralım, Türkler neden boy/soy olarak yaşamadı. Neden tarihin ilk gününden beri başka kültürlerin başka coğrafyaların içine koştu, karıştı?

Doğu Konferansı'nı oluşturan aydınlar topluluğuyla ikinci kez Şam'daydım. Şam'da bir esnaf lokantasında şu kelimelerle hiçbir sorun yaşamadan yemeğimizi yiyip kalktık:

'Selamünaleyküm. Çorba. Fasulye. Ayran. Salata. Helva. Hesap...'

Şam'a ABD'nin tehditleri karşısında Arap kardeşlerimize destek için gitmiştik, birçok bakan ve aydınla görüştük. Göçmen bakanları bir hanımefendi. Derli toplu bir konuşma yaptı ve bölgenin siyasetini özetledi. Lafın sonunda bir soru sorup konuyu değiştirmek istedim.

'Sayın bakan. Türkler ve Araplar kadar birbirine karışmış başka halk/millet yoktur. Bizler Memlüklüler, Osmanlılar'la tam bin yıldır karıştık. Sizinle tanıştıktan sonra biz Türkler'in rengi biraz esmerleşti, koyulaştı... Takdir edersiniz ki Araplar da bizimle tanıştıktan sonra renkleri bayağı açıldı, beyazladı... (cümlenin burasında salondan kahkahalar yükseldi)... Şimdi yüzyıl var ki siz milliyetçi, biz millliyetçi sınırlara mayınlar döşedik. Biz yine Arap çocuklarını üniversitelerimize bekliyoruz', dedim.

Bu konuşmalar Arap aydınlarını duygulandırıp ağlatıyor, bizi de. Bize şunu da söylediler: 'Bu zor günlerimizde Arap kardeşlerimizin çoğunu yanımızda bulamazken siz Türkler'in yanımızda olması bizi çok duygulandırıyor. Eski günlerdeki gibi sınırları kaldıralım, daha çok gidip gelelim..'

Şimdi yazımın finaline geliyorum. Mesela bizler Azerilerle yani öz soydaşlarımızla yan yana gelsek bu kadar ağlamaklı duygulanmalar olamaz. Çünkü onlarla kuzular gibi, kuşlar gibi aynı familyadanız. Araplar da öyle. Suriyelilerle Mısırlılar yan yana gelse sarılsalar bu kadar duygulanmazlar..

Çünkü insanlar ancak başkalarına sarılınca 'kardeşlik' olur. Diğerleri zaten kardeş. Başkalarına sarıldığınızda işte 'insanlık' denen şey olur. Dünyalı olursunuz. Bu yüzden onbinlerce yıl dünyanın merkeziydi Ortadoğu ve orada bizler bin çeşit kavim, kültür, dil birbirimize sarılmıştık.

Başka kültürler, başka ırklar, başka renkleri bulunca insan sanki daha çok aşk oluyor, eğlence oluyor, neşe oluyor?

Yoksa Türkler bu yüzden mi yola düştü. Dünyanın en çok karışan, en çok kaybolan, en değişik kültürlerin içine giriverdi... İşte tarihimi okurken bu yüksek duyguları anlamaya, bulmaya çalışıyorum.

Semaveri annem de severdi, bugün Erzurum'da, İran'da, Özbekistan'da hala yaşar. Anadolu sanki büyük bir semaver...

Türkler bugün dahi sokakta, pazarda, büroda, dükkanda...

Tanıdık tanımadık, dilini anladı anlamadı, ama önüne çıkan herkese çay ısmarlar...

Neden önümüze çıkan herkese bir çay ısmarlarız!..

Daha güzel bir şeyi yoktur dünyanın: Başkalarıyla konuşmak. Başkalarıyla dertleşmek! Başkalarına sarılmak!..

NOT: (Eğer İstanbul'a dev bir heykel yapılmak isteniyorsa bu mutlaka Kavuklu'nun heykeli olmalı. Çünkü Kavuklu yüzlerce çeşit kavmi eğlendirerek birbirine karıştırdı. Üstelik Kavuklu İstanbul'un öz be öz malıdır. İstanbul'un en büyük kültürüdür.)

 

Yorum Gönder

<< Home