Uyandırma Servisi

Yurttan ve dünyadan haberler, yazılar...

Perşembe, Nisan 14, 2005

Ahmet İnsel - Eli sopalı hassasiyet

Yıl 2005 Trabzon. "Hassas" bir kalabalığın linç girişimi. Hukuk devletinde linç edilecekler tutuklanıyor.
Milliyetçilik, hem uygarlık tarihinin belli bir döneminin ürünüdür hem de ulaşılması hedeflenen barış, eşitlik, karşılıklı saygı, sorunların kaba güce başvurmadan çözümü gibi uygarlık hallerinin zehridir.

devami ilk yorumda ya da aslina
radikal2'de git...

1 yorumlar:

At 4/15/2005 1:57 ÖÖ, Anonymous Adsız der ki...

6 Nisan'da Trabzon'da bir linç girişimi yaşandı. Bu linç girişiminin nasıl geliştiğini günlük basını izleyen herkes aşağı yukarı biliyor. Olayı izleyen gün Yeniçağ gazetesi haberi şöyle verdi: "Sabır taştı. AB'nin ardına saklanan hainlerin, Türklere ahlâksızca saldırması sonunda bardağı taşırdı. Trabzon'da isyan eden halk, bölücüleri destekleyenleri linç etmek istedi... Olaylar, dört kişinin bölücü örgüt adına bildiri dağıtmak istemesiyle patlak verdi. PKK ile mücadeleye yüzlerce şehit veren Trabzonlular, 'Hapishanelerde neler oluyor bilmek hakkımız, Tecritte ölüm var' diye bağıran militanlar tarafından tahrik edildi."
Yeniçağ gazetesinin olayın arka plânını verirken çizdiği tablo, kasıtlı olarak yayıldığı ihtimali yüksek bayrak yırtma rivayetini es geçerek, olayların sorumlularını açık biçimde ortaya koyuyor: "AB'nin ardına saklanan hainler". Daha önceki bir yazıda (Radikal, 27.3.2005) "Metal Fırtına" kitabının devamının büyük ihtimalle bu kez Türkiye ile AB güçlerini karşı karşıya getireceğini tahmin etmenin zor olmadığını söylerken, bu kitabın besleneceğine işaret edilen zihniyet dünyası tam da buydu.

Tehlikeli dil
Olayların bir polis memurunun bildiri dağıtımının yasak olduğu gerekçesiyle müdahale etmesiyle çıktığı, ardından "Bayrak yakıldı" söylentisi üzerine "bir anda" olay yerine akın eden yaklaşık 2,000 kişinin, "Hepimiz askeriz, PKK'ya yeteriz" sloganlarıyla TAYAD'ın bildirisini dağıtan beş kişiyi linç etmeye giriştiklerini artık biliyoruz. Olay yerine, nasıl olduysa "bir anda" gelen grubun büyük çoğunluğunun da Ülkü Ocakları üyesi veya sempatizanı olduğunu da.
Vatan gazetesi bu olayı şöyle haber yaptı: "Mersin'de Nevruz bayramı kutlamaları sırasında Türk Bayrağı'na yapılan hain saldırı nedeniyle son derece hassas olan vatandaşlar, 'bayrak yakıldı' söylentisi sonrası beş genci linç etmek istedi". Kışkırtma kastının çok güçlü karineleri olduğu bu olaya masumane bir görünüm vermek isteyen bu dil de dikkat çekiciydi. Temkinli bir dille, olayların tehlikeli bir eğilime işaret ettiğini belirtmeye çalışanların yanında, "son derece hassas olmayı" ve bu hassasiyet nedeniyle linç girişiminde bulunmayı neredeyse doğal kabul edecek bu dil de sorunun önemli bir parçası değil mi?
Bugün yaşı 35'ten küçük olanların pek hatırlamaması doğal olan, 22-26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta patlak veren olayları kısaca hatırlatmakta, belleğimizi çalıştırmakta sanırım yarar var. 19 Aralık günü Kahramanmaraş'ta bir sinema bombalandı. Biri ağır yedi kişi yaralandı. "Alevi komünistler sinemaya bomba attı" söylentisi üzerine toplanan kalabalık, CHP, TÖB-DER ve PTT binalarını taşladı. Olaylar sonrası yapılan soruşturmada, sinemaya bomba atan kişinin sağcı olduğu ileri sürüldü. Şehirdeki Milliyetçi Cephe (AP-MHP-MSP koalisyonu) taraftarlarının yaydığı rivayet, bomba atanların Endüstri Meslek Lisesi'nden iki öğretmen olduğuydu. 21 Aralık gecesi, bu iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu evlerine giderken vuruldular. İkisi de öldü. Ertesi gün, öğretmenlerin cenaze töreni için toplanan 5,000 kişiye yakın grubu bunun iki misli bir grup cami önünde karşıladı. Bu grup, "Komünistlerin ve Alevilerin bu camide namazları kılınamaz" diyerek, saldırıya geçti. Çıkan çatışmalar, 26 Aralık gününe kadar devam etti ve kentte resmî kayıtlara göre 105 kişi öldü, 200'e yakın kişi yaralandı ve 300 civarında ev ve işyeri tahrip edildi. 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi. 803 katliam sanığının davası Adana'da 1979'da başladı.
O dönemde bu olayların benzeri Çorum'da, Sivas'ta da yaşandı. Daha sonra 1992'de Sivas'ta Madımak otelinin yakılması ve 39 kişinin yangında ölmesi de benzer bir organize provokasyon sonucuydu. Daha eski bir tarihe gidersek, 1 Nisan 1955'de EOKA'nın Kıbrıs Türk cemaati üyelerine saldırısıyla başlayan kuruluş eylemlerine karşı Türkiye'nin toplumsal tepkisini göstermek için, Türk istihbarat örgütlerinin bir gazeteci vasıtasıyla yaydıkları, "Selanik'te Atatürk'ün evi bombalandı" yalan haberini izleyen 6-7 Eylül olayları da aynı tahrik yöntemiyle, "son derece hassas" milli yurttaşın belli hedeflere karşı anında taşla, sopayla saldırması değil miydi? Bu senaryonun benzeri, 1945'de Tan matbaasının basılması vesilesiyle de sahnelenmişti.
Türkiye yakın tarihinde, bunların yanında, irili ufaklı benzer bir dizi organize tahrik daha var. Bunları bir bütün içinde ele aldığımızda ortaya birbirini tamamlayan iki olgu çıkıyor. Milliyetçiliğin egemen konumda olanıyla ezilen konumda olanı, "öteki" milliyetçilikten tepkisel biçimde beslenir. Milliyetçilikler birbirlerinin gıdasıdırlar. Ama bu tespit yeterli değil. Bunun yanında ikinci bir olgu daha var. Bu anında tahrik olma veya sürekli tahrik edilmiş biçimde yaşama hali, milliyetçilik olgusunu aşan bir siyasal ve toplumsal varoluş biçimi. Milliyetçilikten bu ruh haline geçilebildiği gibi, başka kalıplardan da, örneğin dini bir tavırdan, militanlıktan veya taraftarlıktan da aynı ruh haline geçilebiliyor. Bu sürekli hassasiyet ve o hassasiyetle bağlantılı olarak eli sopada olma hali başlı başına ayrıca incelenmesi gereken bir olgu.

Milliyetçilikler
Günümüz Türkiye'sinde günbegün dalbudak salmasını izlediğimiz gibi, radikal Türk milliyetçiliğiyle Kürt milliyetçiliği varlıklarıyla birbirini besliyor. Gıdalarını birbirlerinden alıyorlar. Önümüzdeki dönemde bunun daha da artmasına yol açacak adımlar iki taraftan da atılıyor. Radikal Türk milliyetçiliği kanadındaki gelişmeleri, "Apo'nun doğum gününü mü kutluyorsunuz? Eşimin doğum gününü kim kutlayacak?" diye TAYAD'lılara saldıran şehit eşinin zihin dünyası sergiliyor. 1 Nisan'da yeniden kurulduğu ilan edilen PKK'nın ve birdenbire bazı Kürt çevrelerinin benimseyiverdiği Demokratik Konfederalizm Önderliği türünden yaklaşımların, bu ortamları sevenlerin ellerini daha bir keyifle oğuşturmasına yol açtığını görüyoruz. Almanya'da yayımlanan Özgür Politika gazetesinde, geçtiğimiz günlerde yayımlanan, Demokratik Konfederalizm Önderliği'nin açıklamasında yer alan, "olumlu bir barış ve tam demokrasiye geçmek için PKK silahlı güçlerinin yeterli nicelik ve nitelikte güç kazanmasını zorunlu" kılan görevler sayıldıktan sonra, "Türkiye'nin en temel projelerinden birinin sivil toplumun geliştirilmesi olduğu tartışmasızdır" ifadesi yer alabiliyor. Silahlı kuvvetlerin nitel ve nicel gelişmesi gölgesinde gelişecek, güçlenecek bir sivil toplum, demokrasi ve barış!... Sorun tam da bu değil mi?
Türkiye'de birbiriyle çatışmalı milliyetçiliklerin "silahlı kuvvetlere dayalı sivil toplum anlayışı" onların ortak paydasını oluşturur. Bu ortak paydanın bir unsuru, "sivil toplumun" da, her an hassasiyetini en azından taşlı, sopalı saldırılarla, "sivil yöntemlerle" ifade etmesinin neredeyse doğal karşılanmasıdır. Bu elbette sadece Türkiye toplumunu oluşturan farklı unsurlara ait bir özellik değildir. Milliyetçiliğin insanın hayvani yönüne son tahlilde hitap etmesinin evrensel bir sonucudur. Bunun Türkiye toplumuna ait bir davranış özelliği olmaması, onun doğal ve normal bir özellik olarak algılanmasını gerektirmez. Çünkü genel anlamıyla uygarlık denen olgu, (o tek dişi kalmış canavar olarak bellediğimiz uygarlık değil, insanlık tarihindeki uygarlaşma olgusu) uzun ve zor bir tarihi süreç içinde insanın bu hayvani yanının bastırılması çabasıdır. Milliyetçilik hem uygarlık tarihinin belli bir döneminin ürünüdür hem de ulaşılması hedeflenen, barış, eşitlik, karşılıklı saygı, sorunların kaba güce başvurmadan çözümü gibi uygarlık hallerinin zehiridir.
Türkiye toplumunun üyeleri bu zehirden uzun yıllardan beri belli bir dozda alarak büyüyegeldiler. Bazı durumlarda, düzenli olarak çok az miktarda alınan zehirin panzehir etkisi yaptığı iddia edilse de, Türkiye toplumunu oluşturanların belki çoğunluğunun değil ama önemli bir bölümünün, bu "son derece hassas" ve kabarıp taşmaya hazır bekleyen öfkeli hali bu zehirden besleniyor. Çok ufak dozlarda, masumane biçimde verildiğinde bir zararı olmayacağı, tersine iyi geleceği varsayılan güleryüzlü, hoşgörülü milliyetçilik de uzun vadede zehir etkisini gösteriyor. Hele söz konusu olan, bu bakımdan son derece verimli olan bizim topraklarsa...

 

Yorum Gönder

<< Home